Köşe yazıları- Makaleler


KEYİFLİ SAATLER, İYİ OKUMALAR... 





Duygusal aşınma


İnsanlıkta dönüm noktası
Dün çok şey oldu. Teröre tepkiler yağdı tüm kesimlerden, tüm şehirlerde, ilçelerde. Akşam saatlerine doğru da Kaddafi’nin ölüm haberleri ve ardından vahşet videoları yayınlanmaya ve sosyal paylaşım sitelerinde yayınlama başladı. Kaddafi'nin linç edilişini, kanlar içinde adeta paramparça yerlerde sürüklenişini övünerek verdi TV kanalları ve zevk alarak izledi pek çok kişi. Bu nasıl bir insanlık çelişkisidir? Asla anlamayacağım.

Bir süre önce ( 7 ekim 2011) Habertürk’te sırtından bıçaklanarak öldürülen bir kadının cansız ve çıplak bedeni sansürsüz bir biçimde sürmanşetten veren Fatih Altaylı kıyasıya eleştirildi.Sövdüler, ahlaksız vicdansız  dediler, bu ne rezalettir, bu bir şiddet pornografisidir dediler, bakanların kanını donduruyor dediler ama dün Kaddafi’nin parçalanmasını, yollarda çıplak bir vaziyette sürüklenmesini gösteren o kanlı vahşet videolarını, linç edilme videolarını izlerken pornografide tavan yaptılar, kimsenin kanı donmadı ve bütün bu sözleri söyleyenler, eleştirenler sustular.

Her fırsatta kadına şiddete hayır, hayvana şiddete hayır diyenler nasıl olur da böyle bir şiddeti zevkle izleyebilir, buna akıl erdirmek güç. Fatih Altaylı’nın o yayınından sonra yüzlerce yazar köşe yazılarında sövdü saydı, herkes ahkâm kesti günlerce. Peki ya şimdi? Nerede onlar, nerede o sözleri kaleme alanlar, kınayanlar? Kına mı yakmaya gittiler? İnsanlığın ciddi sorunları var. Belki de bugünlerde su yüzüne çıkandan daha fazla sorun var. Buz dağının altını görmeyi hiç istemiyorum o yüzden.

Bunun adı düpedüz ikiyüzlülüktür, kendimizi tanıyalım önce? Biz neyiz? Daha dün etrafında dört dönüyorlardı Kaddafi'nin, ticari ilişkileri sağlama almak için önünde bir takla atmadıkları kalmıştı ... Bir de bugüne bakalım. sevinç çığlıkları atılıyor, küçük çocukların, gençlerin rahatlıkla görebileceği biçimde TV kanallarında, sosyal paylaşım sitelerinde kanlı videolar yayınlamıyor... Hipnotize olmuş gibiler adeta. Cinnet mi geçiriyor bu toplum?

Sadece bu da değil,Trablus’tan kaçan Muammer Kaddafi’nin oğlu Hanibal’ın dizüstü bilgisayarını ele geçiren isyancılar o bilgisayardaki eşine ait özel fotoğrafları da basına verdiler. Türkiye’de de boy boy fotoğraflar büyük bir ilgiyle izlendi. Hani nerde kaldı kişisel haklar? Gizlice dinlemeye, telekulağa, gizli kamera çekimlerine tepki verenler de bu konuda sesini çıkarmadılar nedense.

 Bu bir DUYGUSAL AŞINMA mı?
Belki de gerçekten aşınıp toz olup gitti tüm duygular. Sadece içgüdüler kaldı.
Kaddafi ve ailesi için üzülmemek elde değil. PKK’ye yardım etmeyen tek lider ve ülke Kaddafi ve Libya diye bilinir. Kıbrıs Barış Harekâtında da yanımızda olan bir lider. Kendi ülkesinde sevmeyenleri de çok olabilir, sevenleri de ancak böyle bir sonsu hak etti mi acaba? Abdullah Öcalan’ın el bebek gül bebek İmralı’da beslenmesi ile kıyaslayın, bir kez daha düşünün. Bazı kaynaklara göre 24 bazı söylentilere göre 87 olan şehit askerimize ve onurunu satmayan, savaşarak şehit olmayı seçen Albay Kaddafi’ye Allah’tan rahmet ve kaybolan insanlık anlayışının geri dönebilmesi, herkesin kendi insanlığını arayıp bulabilmesi dileğimle…

 Müşerref ÖZDAŞ
21.10.2011



MİSAFİRİM GELECEKMİŞ, BUYURSUN GELSİN
 
Birkaç gün önce sık kullanmadığım ve sadece sanatsal mesajları almak için kullandığım mail adresime baktığımda bir mesajla karşılaştım. Biri bana misafir gelecekmiş. ‘’ Eeee…ne var bunda? ‘’ diyeceksiniz şimdi. Ancak büyük ihtimalle benzeri mailler alan kişiler varsa aranızda daha yazımın başında gülümsemeye başlayacaklarından eminim…

Misafiri seven bir milletizdir. Tanrı misafiriyim diye kapımızı çalanları bile neredeyse geri döndürmeyiz. Buyursun gelsin, hoş gelsin, sefa gelsin diyebileceğim türden bir misafire ait değildi bu mesaj. Kekler börekler, poğaçalar yapıp beklenecek türden, tanıdığım biri de değildi. Peki, kimden gelmişti bu mesaj? Geleceğini günlerce önceden kim haber vermişti bana? Üstelik bu misafir yurt dışından gelecekti. Yol yorgunu olacaktı ama temiz çarşaflar serip yataklar hazırlayacağım, elimden geldiğince rahat ettirebileceğim bir misafir değildi.

Aldığım mailde aynen şunlar yazıyordu: Oraya gelicem, müsait misin?

‘’ Daveti gönderen: Ladyberlin
    Davetin başlığı: Oraya gelicem havalar nasıl
    Mesaj: Merhaba hayat tamamen tesadüflerle haftaya Türkiye’ye geliyorum.    Ufacık, kısacık sürecek bir ilişki yaşamak ister misin? Çünkü burada kendime ayıramadığım vakti Türkiye’de ayırmak istiyorum. Beni tecrübesiyle hareketleriyle, sadece gönlümü hoş edecek birisini istiyorum. Benim bir ilişkide hayırlarım yoktur… Çünkü herkes istediğini almanın peşinde. Benim hiç bir maddi beklentim olmaz, evlilik felan öyle bir beklentim de yok zaten.. Yehju’ya gel de msn vereyim oradan devam edelim.’’

Ve devamında şu bilgiler yer alıyordu:

 ‘’ Ladyberlin üyesinin fotoğraflı profilini görmek için buraya tıklayınız.

Yehju.com sitesine hemen üye olarak size davet yollayan kişilerle tanışabilirsiniz.

Ayrıca yarım milyondan fazla üye arasından aradığınız sevgili ya da yatak partnerinizi bulabilir, onlarla yazışabilir, msn adresleri ve telefonlarını alabilir ya da kameralı sohbet yapabilirsiniz.
Sınır tanımayan ama ilişkilerinde gizliliğe önem verenlerin buluştuğu site...’’

Mesaj kutumu her zamanki gibi açıp bu satırları okuduğumda Nazan Öncel’in Hay Hay şarkısını anımsadım. Hatırlayalım, sözleri şöyle idi:
Ne varsa alsın
Toplasın gelsin
Benim için gelsin
İsterse kalsın

Hay hay buyursun gelsin
Hay hay temelli kalsın
Hay hay buyursun gelsin
Hay hay beni seven gelsin
Hay hay…



Günümüzde eski sevgilerin, masumane aşkların neden kalmadığını ve özlem çekildiğini bundan iyi ne anlatabilir acaba? Özellikle cinsel yoldan bulaşan AİDS Hepatit, Sarılık gibi hastalıkların görülme oranı ülkemizde de azımsanmayacak boyutta olduğu biliniyor. Çünkü yasal olarak çalışan hayat kadınları kontrol altında iken buralardan ulaşılan kadınlar ile birlikte olan kişiler önlemlerini ihmal etmişlerse her an tehlikeyle karşı karşıya. Merakları nedeniyle girdikleri bu tuzaklarla dolu sanal ortamlarda mağduriyetin çoğunu gençlerimiz yaşamaktadır.

Ayrıca her gün farklı yerlerde sanal alemle, online fuhuş, porno ve seks tuzaklarının var olduğu yüzlerce haberle karşılaşıyoruz. İnternet aramalarında çok net biçimde rahatlıkla ulaşılabilen bu tür sitelerde çeşit çeşit görsel malzemeler eşliğinde, kontrolsüz, kadın ya da erkek fuhuş hizmetleri sunuluyor. Meraklarına yenik düşenlerin, boş zamanlarını ne şekilde dolduracağını bilemeyenlerin bu tür tuzaklara düşmeleri çok kolay.

Hızla ilerleyen bilgi-bilişim çağı önümüze uçsuz bucaksız bir derya çıkarmış. Bu deryada ilerlerken kirlenme, fazla hızlı yüzüp, yönümüzü, kıyımızı kaybetme gibi durumlarla da karşı karşıya kalabiliriz.
Kolaylıkları ve olumlu taraflarının yanı sıra her an yepyeni, sinsi suçları ve yozlaşmayı da beraberinde getirip yaşamın tam ortasına bomba gibi bırakıyor gelişen teknoloji.

Uzmanlar sürekli sanal fuhuşta son dönemde artış yaşandığı, eskort, partner gibi isimlerle internet kullanıcılarına sunulan fuhuş pazarlarında pek çok tehlikenin de bulunduğu konusuna dikkat çekmeye, uyarmaya çalışıyorlar. Hatta emniyete de bu tür sitelere aldanıp dolandırıldıklarına dair pek çok şikâyet de gelmekte olduğunu biliyoruz.

Bir söz vardır: Eline, diline, beline sahip olmak…
İşte acı olan budur. Sahip olamadığımız nitelikler zehirli sarmaşık gibi dolanıp durmaktadır boynumuza…

Yasal boşluklardan yararlanılan bu tür siteler bir kısım meraklı ve aç insanımızın hüsrana uğramasına yol açıyor. Ayrıca bu tür olayların çok küçük bir kısmı açığa çıkıyor. Hukuk ve Hayat Derneği Başkanı Erdem Gençay konuyla ilgili olarak şunları söylemekte: ‘’ Yasa boşluğu bazı kimselere hareket alanı sağlamakta, yasa koyucunun bu alanı boşluk bırakmayacak şekilde düzenlemesi gerekmektedir.’’


Bilimin ve teknolojinin nimetleriyle dolup taşan bu deryada herkesin boğulmadan ve başka kıyılara sürüklenmeden yüzebilmesi dileğimle…

Müşerref ÖZDAŞ
( Ortanca Dergisi- Üç Aylık Kültür ve Sanat Dergisi- Mart-Nisan-Mayıs 2011- Yıl: 4 )

********************************************************************


GELECEK DAHA KAÇ TECAVÜZE GEBE?

Birkaç gün önce basında şöyle bir haber yer aldı:
‘’ Muğla’nın Fethiye ilçesinde, 2007 yılında gerçekleştiği iddia edilen toplu tecavüz olayı ile ilgili tutuklu yargılanan 6 kişi serbest bırakıldı.
Fethiye Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada, Gebeler Kaplıcası’nda yaşanan toplu tecavüz olayı ile ilgili mağdur B.S. tarafından teşhis edilen G.K, A.N.O, M.K, V.K, S.K, V.K’nin yargılanmasına devam edildi. 6 kişinin tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmasına karar veren mahkeme heyeti, duruşmayı 27 Mayıs’a erteledi.’

Haberi okuyunca olayın gerçekleştiği yerin adına takıldım. Tecavüzler kimi zaman gebelik denen yan etkiye yol açan bir eylemdir. Olayın meydana geldiği yer Gebeler Kaplıcası. Sanık olarak yakalananlar dışarıda, sanık diyoruz ama mağdur tarafından teşhis edilmiş 6 kişi bunlar. Bu 6 kişinin 2’si de 18 yaşından küçük. Sanki çıraklık eğitimde okuyorlar da usta öğreticilerden ders almak için gitmişler kaplıcaya hep birlikte. Bir hayli de sıcak banyo yapıp gevşemişler anlaşılan.

Bu şahıslar hâlâ o ilçede yaşamaya devam ediyorlar ve o ilçenin kadınları, kız çocuklarının anaları, babaları bu konuda ne düşünüyorlar merak ediyorum. Artık neredeyse tecavüze uğrayanın suçlandığı ve cezalandırılmaya çalışıldığı bir anlayışla karşı karşıyayız. Sanıkların elini kolunu sallaya sallaya dışarıda rahatça dolaşmaları caydırıcılıktan çok uzak bir uygulama değil midir? Gelecek daha kaç tecavüz olayına gebe?

Olay 2007 yılında gerçekleşmiş. Geçen yaklaşık 4 yıl içinde olayı yaşayan kişi neler yaşadı, neler hissetti? Genelde bu konunun araştırılması, arkasının aranması ihmal edilir. Tecavüze maruz kalan kişinin psikolojisini, günlük yaşamına, aile yaşamına etkisini araştırılması ve hangi şekilde olursa olsun söz konusu kişiye yardım elinin uzatılması gerekmez mi? Ayrıca bu araştırma sonuçlarının tıpkı salıverilme haberi kadar bir değeri olmalı ve mağdurun izni veya yasaların izin verdiği ölçüde kamuoyu ile paylaşılmalı diye düşünmekteyim.

Kadın kuruluşları, kadın platformu temsilcileri, adliye önlerinde genellikle şablon basın açıklamalarıyla toplum önünde üzerlerine düşen görevi yapar görünmektedir. Böyle bir konuda her ne kadar empati yapılsa da hep bir şeyler eksik kalacaktır.

İzmit’deki 26 ekim 2010 tarihinde meydana geldiği iddia edilen bir başka tecavüz vakasında da sanık avukatı İtalyan Yargıtay’ının da buna benzer bir kararı olduğunu belirterek
‘’ Kot pantolon giyen birinin tecavüze uğraması mümkün değil.’’ şeklinde savunma yaparak müvekkilinin beraatını istemiştir.

Devlet bu konuya bir el atsa da ücretsiz kot pantolon ya da en iyisi kottan yapılmış sıkı bir tulum diktirip dağıtmaya başlasa diyorum. Yargıya düşen görevlerde de belki biraz azalma hafifleme olur, ne dersiniz ?
Peki siz sevgili bayanlar yarın dışarı çıkarken, işinize, alışverişinize, çocuğunuzu okula bırakmaya giderken veya bir arkadaşınızla kahve içmek için bir yerlerde buluşmak için dışarı çıkarken ne giyeceksiniz?

A) Kot pantalon
B) Etek
C) Kottan yapılmış sıkı bir tulum
D) Etekleri efil efil uçuşan cici bir elbise
E) Canınız ne isterse…

Söz imkânsızlıklar ve azimden açılmışken aklıma ilginç bir olay daha geldi.
26 Mart 2003 tarihinde yaşanan ve manşetlere taşınmış bir olay: Kartal Özel Tip Cezaevi’nde ortaya çıkan bir aşk skandalı… Balkan kardeşler cinayeti sanığı S.Ç tarafından koğuşlar arasındaki duvara açılan delikten, sevgilisi olan Mısır Çarşısı’ndaki patlama olayının sanığı K.K.S’in hamile bırakıldığı iddia edilmişti.

İşte azmin bir örneği daha ya da nasıl desek, devrimci abazan hareketinde dönüm noktalarından bir örnek daha. Yoksa post modern Ferhat ile Şirin masalı mı desek?
Görüyorsunuz ki azmin ( gözü dönmüşlüğün veya abazanlığın ) elinden ne tuvalet taşı ne kot ne de duvar kurtuluyor.

İlk başta ele aldığım olaya geri dönersek kotun engelleyici bir niteliğinin olamayacağını, gözü dönmüş birine engel olamayacağını görmekteyiz. Dileğimiz suçlulara gereken cezanın verilebilmesi, toplumdaki bireylerin cinsellik konusunda ciddi olarak bilinçlendirilmesidir. 

Kadınlarımızın korkusuz, özgürce yaşamın içinde her alanda yer alabilmeleri ve hangi sebeple olursa olsun suçlu gibi değerlendirilmemeleri ve huzurlu, hak ettiklerince bir yaşam sürmeleri dileklerimle…
Hoşça kalın, mutlu kalın, sağlıkla kalın.
Müşerref ÖZDAŞ
 ( Mahzunice-  İki aylık Kültür, Sanat ve Edebiyat Dergisi - yıl: 1 Sayı: 1 Mayıs- Haziran 2011 )

***************************************************************************

 

SAĞIM SOLUM ÖNÜM ARKAM ÖZLEM, SOBE 

Cebimde bayram şekerlerim
Elimde pamuk helvam
Etrafımda akıp giden zaman.
Gelecek çok uzaktı, büyümek hayaldi...
Hiç geçmeyecek gibiydi zaman.
Ne zaman büyüdüm, ne zaman?

Eski zamanların düş bahçelerinde
Dizlerim kanardı, hiç ağlamazdım...
Çimenler yatağımdı,
Bulutlar yorganım.
Kuşların özgürlüğünü kıskanırdım...

Yürümüşüm önce ağır ağır
Sonra koşar adım,
Geçip gitmişim kendimden çok uzaklara.
Meleklere gülerim şimdi hâlâ uykumda...
Ve içimde kırmızı pabuçlu bir kız çocuğu ikamet etmekte hâlâ...
Tırmandığım erik ağaçlarının gölgesini özledim.

.....................................................................................
Benim özlemlerim böyle… Buket Uzuner '' Kumral Ada Mavi Tuna '' adlı kitabında diyordu ki: Anne özlemi" fırından yeni çıkmış ev kurabiyesi kokar. Rengi yeşildir. ...Baba özlemi tütün kokar... ‘’ O da böyle anlatıyordu özlemleri...

Gerçekten de düşünüyorum da kokular ne kadar çok şey hatırlatıyor hayatımızda... Sevdiğimizin kullandığı bir kokuyu alıveririz bazen yanımızdan rastgele biri geçerken... Hafıza asla unutmaz... Sadece kokular değil, bir ses, bir renk, eski bir şarkıda zamanda geri doğru bir yolculuğa çıkıveririz. Dalıp gider gözlerimiz. Zaten mavi bir rüya değil midir yaşam, gözü açık seyre dalınan?


Çocukluk... Her şey minik adımlarla başlar... Düşer kalkarız, canımız acır ağlarız, kısa zamanda avunur yeniden güleriz. Minik parmaklarımızdan tutulur güveni yaşarız, dengemizi buluruz... O minik adımlar daha büyük adımlara bırakır yerini, koşarak ilerleriz yaşam yolumuzda... Bir gün geri dönüp baktığında görürsün ki minik minik adımlar derken ne çok yolu geride bırakışmışız üstelik geri dönüşü olmayan yollar...

Özleyip görmek için son gittiğimde İlköğretim 1. sınıfa giden yeğenimin öğretmenlerinin eşliğinde hazırlayıp annesine anneler günü için verdiği ve vitrinde duran bir hediye ilgimi çekmişti ve çok anlamlıydı. Basılı bir kâğıtta maviye boyalı el izi ve yanında şöyle bir yazı hazırlanmıştı:
'' Canım anneciğim;
İşte sana evin her köşesinde, mobilyalarda, duvarlarda, aynada, camda, sehpada, her gün temizlemekten bıktığın parmak izlerim. Şimdi 7 yaşındayım ve gün geçtikçe büyüyorum. Etrafa bıraktığım izler azalıyor. Onun için sana büyüdüğüm zaman özleyeceğin, küçücük sevimli ellerimin izini bir anı olarak hediye ediyorum.

Seni çok seviyorum.
Elimi hiç bırakma anne... ''

Duygulanarak okumuştum bu cümleleri… Küçük olmak ne kadar zordu, ne çok şey bekleniyordu sizden. Güven duymak için koşulan kolların sizi itiverdiğinde, tatlı sesini duymaya alışmışken azarlanıverdiğinde, ısrarla düzgün yapmanız beklenen bir işi istedikleri kadar iyi yapamadığınızda, beğenilmediğinde o minik ruhun ne derece zedelenebileceğini düşündüm uzun uzun…

Geçmiş geri gelmeyecek hiçbir zaman. Yaşamımızın devam eden dönemlerinde sarılabileceğimiz, geçmişten biriktirebildiğimiz güzel anıların çok olması, güvenle, sevgiyle tutabilecek ellerimizin son nefesimize kadar bize eşlik edebilmesi dileğimle...

Sevgiyle kalın, mutlu kalın sevgili okuyucularım…

Müşerref ÖZDAŞ

****************************************************************

 

Sevgi Şehri Şehir Rehberi

Nüfus: Değişken
Yüzölçümü: Sınırsız
Coğrafik yapı: Yaz- kış sürekli yağan gözyaşı yağmurları ile ıslanan bereketli topraklara sahiptir.
Komşuları: Doğusunda Umut Şehri, batısında Hayal Şehri, kuzeyinde Viran Şehir, güneyinde Gözyaşı Vadisi.
Şehir kuralları: İsteyen istediği zaman girebilir ama çıkamaz.
Kurallara uymayanlara verilecek cezalar:Aşk hapishanesinde ömür boyu hapis, ağırlaştırılmış sevgi müebbeti, ‘’ Yalanlar ‘’ ve ‘’ Yakalananlar ‘’ durakları arasında tek ayaküstünde sıçrayarak gidip geri dönme cezası.
Gezilip görülecek yerler:Yeni Gelenler Kıraathanesi, Sevda Tepeleri, Ayrılanlar Meyhanesi, Hüzün Adaları
Müzeler ve ören yerleri: Önce elmayı, sonra ayvayı yiyenler Uluslar arası Müzesi ve İster severim İster döverim Mesire yerinde tam bir görsel şölen yaşatılmaktadır.
Kaleler: Şehrin kuzey ve güney tepelerinde yer alan içten ve dıştan fethedilerek korunmaya alınmış iki adet kale mevcuttur. Biri pembe yalanlarla ve biri de tek taş yüzük ile fethedilmiştir. Fethetme tarifini kalenin duvarlarında okumanız mümkündür.
Mağaralar: Annem bana demişti, Şimdiki aklım olsaydı ve Benden uzak, cehenneme direk ol adlı mağaralar gezilip görülmeye değerdir.
( Dikkat: Yahşi hayvan çıkabilir. Evcilleşmeye müsaittirler).
Yapılabilecek sporlar: Sevgi denizinde surf, Boş yere kürek çekme.
Yenilebilecek yemekler: Aşk Burger, Aşık Bayıldı, Bloke olmuş beyin sote, Kırgın yürek ızgara, Fazla Naz Aşık Usandırdı.
Bunları yapmadan dönme: Sevgilinin başının etini ye, yüreğini kanat, kolunu kanadını kır…
Kalınabilecek yerler: Sevgi geniş bir şehirdir. İlk gireni de son gireni de kabul edip bağrına basar. Ve her biri mutlaka bir iz bırakır.
Kapasitesi: Mevsime göre değişir. Sıcaklarla birlikte artış gözlenir. Hormonsal iniş çıkışlardan da kapasitenin etkilediği görülmüştür.
Rezervasyon: Her mevsim her gelene kapısı açıktır bu şehrin. Uzak yoldan gelenler dinlendirilir, doyurulur, sakinleştirilir, hasta ise tedavisi yapılır, yaraları sarılır. Gerekirse 24 saat gözetim altında tutulur.
Nasıl gidilir? Gece veya gündüz yola çıkılır. Oldukça gizemli ve büyüleyici bir yolculuk yapacağınızdan emin olun. Hoş geldin durağında binilir genellikle. Tanıştığımıza memnun oldum ve sizi tekrar arayabilir miyim? duraklarını geçince tabi ki, neden olmasın durağı görülecektir. Hemen ardından acaba ne zaman arayacak durağına gelince yolun dörtte birini kat etmişsiniz demektir. ‘’İlk telefon’’durağına geldiğinizde yüzünüzde garip bir gülümseme ile yola devam edilir. İlk öpücük ve galiba beni seviyor duraklarını geçince seni seviyorum sapağına ulaşılmış olur. Gidilen her yerde hesabın ödenmeye başlaması ve sahiplenilme durağına varınca o şehre varabilmek için sabırsızlanılmaya başlanır. Seni özlüyorum ve uykusuz geceler duraklarının ardından yeni bir yol ayrımına varıldığı anlaşılır. 

Bir süre bu şekilde yol aldıktan sonra karşınıza Seni çok seviyorum, Aşkım, Hayatım, Aradım cevap vermedin, Neredeydin? durakları gelince yol yorgunluğu çökmeye başlar üstünüze. Bu şehre girmişsiniz de farkına varmamışsınız, ara sokaklarda dolaşıyorsunuz demektir. Hoş geldiniz şehrimize. Umarız iyi vakit geçirirsiniz ve kurallara uygun davranırsınız.
Uyarı: Tanımadığınız kişilerden yiyecek içecek almayınız, göz göze gelmeyiniz… Şehir yönetimi görebileceğiniz zararlardan sorumlu tutulamaz.
Not: Şehir dışına doğru çıkılmaya başladığınızı göreceğiniz İlk kavga ve İlk barışma duraklarına bakarak anlayabilirsiniz. Daha ilerilere gitmek tehlikeli ve yasaktır.
İkinci alternatif: Küçük bir söz üzerine bile yola ani bir kararla çıkılıp, ışık hızı ile uçarak gidilir, yaya dönülebilir.
Şehrin tarihçesi ve şehir geçmişi: Adem’in cennetten yeryüzüne kovulmasının ardından bir incir ağacının altında kurulan şehrin kalıntıları şehrin güneyindeki Gözyaşı Vadisine çıkıldığında rahatlıkla görülebilmektedir. Bu vadide hâlâ her mevsim kıpkırmızı elmaları ile dikkati çeken fakat yiyenlerde karın ağrısı yapabilen elma ağaçları yetişmektedir. Elma yiyen genellikle üzerine ayva da yer.
Şehirde en sık kullanılan atasözleri:
1)Beynimizin oynadığı bir oyun ve bizim de inanmaya her zaman hazır olduğumuz bir sanrıdır aşk.
2) Kimi er kişi gerçek sevgili, kimi de ‘’ Sevgili ‘’ kelimesinin başındaki ‘’ S ‘’ harfidir sadece. Başına bir ‘’ E ‘’ yazarsan ‘’ Es ‘’ geçmiş olursun.
İl Trafik No: -1 den başlayıp + sonsuza kadar tüm rakamlar sırasıyla kullanılır.
-273’de uzun süre bozulmadan koruma altına alınabilir en kırılgan duygular.
Müdavimleri: Kaçış planları, firariler, depresyona girenler… Ya benimsin ya toğrağın diyenler…
Sonsöz: Ben annemin evine gidiyorum.
Çocukları sana bırakıyorum.
Benden uzak ol cehenneme direk…
Önemli uyarılar:
1. Yangın mevsiminde ateşle yaklaşmak tehlikeli ve yasaktır.
2. Yaktığınız ateşi söndürmeden gitmeyiniz.
3. Ateşe körükle yaklaşmayınız.
4. 9 ay sonra gelip emanetinizi alınız.
Tavsiyeler: Uzun süren gönül kırgınlığınız veya durup durup ağlamalarınız varsa tebdili mekânda ferahlık vardır. Şehrimizi ziyaretiniz menfaatiniz icabıdır. Hava değişimi size iyi gelecektir. Bir kere gelin burayı öyle seveceksiniz ki ayrılmak istemeyeceksiniz… Animatörler eşliğinde geçireceğiniz güzel günlerin tadına doyamayacaksınız. Tatili uzatmak isteyeceksiniz. Valiliğimizin özel durumlarda verdiği izine bağlı olarak çıkış yapabilir ve istediğiniz an geri dönebilirsiniz. 

Anılarınızı fotoğraflamayı unutmayın. 

İyi tatiller dileriz.

Yazan: Müşerref ÖZDAŞ
( Sevgi Yolu / Aylık Kültür ve Sanat Dergisi- Yıl: 14 Sayı: 84-85 - Aralık 2011 ) 

********************************************************************

SEZGİLER 

Lale içimizden biri...
Yurdundan uzak ama yurdunun topraklarında yaşayanlardan çok daha yurduna bağlı, gelişmeleri takip eden, hassas bir kadın. O bir yurdum insanı, bu vatanın bağrında büyümüş, İstanbul aşığı, vatan aşığı bir kadın.
Ne diyor bu kadın?
Diyor ki: "15’ime Askeri darbe ile girdim, 45’ime ise şeraitçi darbe ilemi?"

Bunu neden söyler bir kadın?
Üstelik yaşamında her türlü kültürü görmüş tanımış, atalarının Müslümanlığı ile de gurur duyan, gönlünde Allah sevgisi ile büyümüş, yaşamına Müslümanlığın en güzel yanlarını katabilmiş, pırıl pırıl kız evlatlar yetiştirmiş, Almanya gibi bir toplumun içinde Türklüğünü unutmamış, unutturmamış, evlerinde namaz kılınan, oruç tutulan bir yurdum insanı var karşınızda. Böyle bir kadındır yukarıdaki sözlerin sahibi Lale.
Oğlu olsaydı da çakı gibi bir asker olarak görmek isterdi, eminim ki.

Bir düşünün, binlerce yurdum insanının çıkmayan, çıkartılmayan, susturulan sesidir Lale.
Bu sese kulak verin!…
Nereye doğru gidiyoruz?
Bir gün uyandığımızda bizi ne bekliyor olacak?
Felaket tellallığı olarak düşünmeyin bu söylenenleri. Şanlı bayrağımıza rengini veren şehitlerimizin kanı üzerine kuruldu bu Cumhuriyet. Elbette geleceği de hepimiz gibi en çok da onu ilgilendiriyor. Düşünen ve düşüncelerini yüksek sesle söyleyebilme cesaretinde olan bu kadın ya haklı ise?
Sadece düşünün…

Evet, yeniden düşünelim şimdi. Hafızamızı tazeleyelim. Yıllar öncesine dönelim. Son günlerin Türkiye’sinde sık tartışılan bir konu olan ‘’Darbe mi?
Şeriat mı?" Sorusuna benzer bir sorunun İran’ın gündeminde olduğu sanırım hatırlanacaktır. İran’ın İslam devrimi öncesi ve sonrası günleri incelendiğinde, tanıklara başvurulduğunda neler karşımıza çıkacak acaba?
İşte size birkaç örnek:

Şah’ın devrilmesinde aktif görev yapmış olan bir gazeteci- yazar diyor ki: "Şah devrildikten sonra mollaların camiye geri dönecekleri sanılıyordu ama öyle olmadı. Yeryüzünde vaat edilen cennet bize sunulmadı.( Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı ). Gözümüzün önünde bir bir yaşanan olayları dikkate almadık, birkaç kendini bilmezin işi deyip geçtik. Derken kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı."

Hepsi bu kadar mı?
"Değil! Ardından bir gün örtünme zorunluluğu getirilerek bunun üzerine üniversitelerde çatışmalar gözlenmeye başladı. Peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu. Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu… Biz hâlâ olayın ciddiyetini kavrayamamış ve umursamazdık. Kitapevi yağmalanmaları, gazete bayilerinin ateşe verilmesi, eşcinsel ve fahişelerin idam edilmeleri, bazı kadın spikerlerin televizyonlarda kovulması, bazı müzik türlerinin ve alkolün yasaklanması, kızların evlenme yaşının 18’den 13’e düşürülmesi, parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi bazı ürünlerin yurda girişinin yasaklanması, mağazaların vitrinlerine kadın iç çamaşırlarının koyulmasının yasaklanması, kamu dairelerinde kadın memurlara getirilen tesettüre girme emri…"

Durmadan arkası geliyordu ve biz hâlâ olayın ciddiyetini kavrayamamış, yaşananların gelip geçici sancılar olmadığını anlayamamıştık… Bir süre sonra her görüşün rahatça örgütleneceği bir demokrasiden, özgürlükten bahsederken, şimdi tüm solcu, milliyetçi ve liberalleri İslam düşmanı ilan etmişti… Dediler ki referanduma götürelim. İslam Cumhuriyetini isteyip istemediklerini halka soralım. ‘’ Ve yapıldı. Çıkan sonuç Mollaların istediği idi. Evet diye oy verenler de artık seslerini çıkaramaz oldular olup bitenlere, buna izin verilmez oldu… Nerede kaldı Cumhuriyet? Ne mi yapabildiler, bu değişimlere bir süre önce destek vermiş ve artık korkan kesim? Kaçtılar. Kaçtık. Canlarımızı kurtarmak için yurtdışına kaçtık."

Sevgili okurlar. Yurdum insanı ve çok sevdiğim bir arkadaşım olan Lale şu an yurtdışında. Belki bir gün ben de gelmek zorunda kalabilirim. "Lale, evinde bana da bir yer hazırla" demeye dilim varmıyor. Keşke yaşadıklarımız bir rüya olsa. Ve bu rüyanın sonu güzel bitse.

Yurdunuz insanı: Müşerref Özdaş 
(Ortanca Dergisi  / Ocak- Şubat 2011 Yıl:4 Sayı: 31 ) 

***********************************************************************

 

YOL

Gidip de dönemeyenlerin, gelip de göremeyenlerin acısını her ne kadar anlamaya çalışsak da kişisel olarak yaşamadıkça anlamanın ne kadar zor olabileceğini tahmin edersiniz.

Yollar vardır birleştiren, yollar vardır ayıran...

Çıkılan yollardan yarıda bırakıp geri de dönülebilir bazen. Bir telefon, sıkışan bir trafik, birkaç dakikacık geç kalma, bir aracı kaçırma bazen hayat da kurtarır. Gitmeyi planladığımız yere varamamak henüz zamanı gelmediğini de gösterir. Doğru zaman değildir o an, doğru koşullar yoktur henüz.

Sizin planlarınız değil evrenin şaşmaz planları ve dengesi işlemdedir.

İşlem merkezine müdahaleniz söz konusu değildir.

Kelebek etkisini duymuşsunuzdur, işte bu da böyle bir etkidir. Sizin oraya, o dakika değil, başka bir yere başka bir dakika gitmeniz gerekmektedir bekli de, yani KADERinize... belki de taaa... ezelden belirlenmiş hedefinize…

Yoldan çıkma, yolda ol..

Müşerref ÖZDAŞ  

******************************************************************

 UMUTLAR TÜKENİRSE

Ne zaman tükenir umutlar? Umutların tükendiği yerde vedalar başlamaz mı? Ve sevgiye açılan her yeni parantezde yeni bir umut taşınmış, en başa yerleştirilmiştir dünden.

Eski yaralar sarılacaktır. Yeni yaralar da alınacaktır. Kendine iyi bak der, arkamızı dönüp gideriz. Kendimizden kaçarız çoğu zaman. Bu cümlenin içinde öyle hüzünler, öyle iç çekişler, öyle bir sevgi de gizlidir ki… Veda ederken “ Ne olur sanki geri döndürebilsek zamanı, keşke gitme kal diyebilsem ya da o bana dese.. “ duyguları da gizlenmiştir. Ama bir şeylerin parçalandığını, düşüp dağıldığını ve bir daha birleşemeyeceğini, eskisi gibi olamayacağını biliriz ve susarız. Yürekten geçenlerin küçük bir parçasını bile dudağımızdan dökemeyiz, düğümlenir kalır boğazımızda.

Allah’a emanet edelim sevgimizi. Vedaya hazır değilsek veda etmeyelim. Zaman kaybı ve üzüntüden başka bir işe yaramaz. Her vedanın içinde biraz da seni seviyorum gizlidir. Sevmediğimiz birine neden veda edelim ki. Vedalar keşkeler de barındırır. Sevilen ve veda edilen hep içinizde saklıdır.

Zaman en iyi ilaçtır derler. Yaraların iyileşmesi zaman alsa da, izleri kalsa da mutlaka iyileşecektir. Belki yeni yaralar da alacağız sonradan, çizikler, sıyrıklar, daha da derin yaralar…

‘’Mutsuz köyün kavalcısı ‘’ rumuzlu bir arkadaşım şöyle demişti bir gün bana:” Ben şimdi anladım bendeki hüznün sebebini. Ben gülümseyemiyorum. Yanımda olsa da sevdiğim, uzakta olan yüreği kanatıyor içimi. Bunu biliyordum da kendime itiraf edemiyordum sanırım. Dışarıdan bir başka yürek bunu söylediğinde, fark ettirdiğinde anladım. Şöyle iç huzuru ile gülümseyemiyorum. “ Evet, aşk varsa ortada gülümsemenin de acının da dibine vuruyoruz. Aşkı anlamak, tanımlamak çok zor.

Unutmaya başlarsınız. Bir gün en ummadığınız yerde çıkıverir geçmiş karşınıza. Eski sızınızı anımsarsınız. Merhaba dersiniz belki de çekinerek. Küçük bir çocuk olabilir yanı başımızda eski sevdiğinizin elinden sıkı sıkı tutan. Başını okşarsınız, boğazınız düğümlenerek. Bakışlar buğulanmıştır. Sesiniz titrer ‘’ Nasılsın?’’ derken.

Zamanın hızla tükendiğini fark etmişsinizdir. Ve eğer hala yalnız iseniz sol yanınızdaki sızı daha da artar. Elinizi uzatırsınız merhaba derken. Geçmişin ağırlığı üstünüzdedir. Bakmayı özlediğiniz o gözler tam karşınızdadır ve bakışlarınızı kaçırırsınız. Oysaki ne çok istersiniz o an bile derinine bakabilmeyi ve bir iz bulabilmeyi, görebilmeyi. Ama yapamazsınız. Bakabilseniz de eski yaraların yeniden kanamasından başka işe yaramaz zaten. Küçük oğlanın veya küçük kızın ipeksi saçlarını okşarsınız belki bir kez daha, sanki sevgilinin saçına dokunur gibi.

Kilo almıştır belki biraz, belki de sizin saçlarınıza aklar düşmüştür, onun yüzü solmuştur… Duygulanırsınız, gözleriniz yanar. Ve yine bir “ Hoşça kal “ der gidersiniz.” Kendine iyi bak” Yeni bir vedadır bu. Kaybettiklerinize ve geçmiş zamana veda, kendinize veda, serseriliğinize veda, kaybettiklerinize veda. Gözleriniz dalar gider. Son bir kaçamak bakışın ardından yine gözden kaybolur eski sevda. Kalırsınız çaresizliğinizle tek başınıza.

Önünüzde uzanıp gider yollar ve zaman. Belki de en uzun yol kendimizi bulmak için çıktığımız yoldur.
Ve belki yine bir gün, yeniden; '' Nerede kalmıştık '' dediğimizde, geride kalan zamanla şimdi arasında gelip geçenleri nasıl telafi edeceğimizin de telaşına kapılırız. Korkarız belki de. Ama yine de kalınan yerden devam etmeyi göze alabilmişsek içimizdeki yaşama sevinci ayaklanmış ve bize yol gösterecek demektir. Yavaş ve ürkek adımlarla da olsa, karanlıklarda el yordamıyla da olsa devam edebilmeliyiz.


Richard Bach, der ki:
“Vedalar canını sıkmasın. Yine buluşabilmek için bir ‘hoşçakal’ gereklidir.”
Hoşça kalın, umutla kalın, sevgiyle kalın.
Müşerref ÖZDAŞ 

*****************************************************************

 

Gün be Gün

Her yeni gün sürpriziyle gelir.
Neler umar neler yaşarsınız.
Bazen yaşadıklarınıza sürpriz deseniz de belki kaderin ta kendisidir.
Verilmiş ama yerine getirilemeyen sözler, sağlıklı yatıp hasta kalkmalar ya da umutsuz bir hastanın gözlerini aralamaya başlaması...

Yarını nasıl tanımlayabilirsiniz? Nasıl anlayabilirsiniz?
Bugünden pozitif yaklaşımlarımız, umutlarımız olmalıdır bizi bekleyen her ne olursa olsun.
Hiç umudun kalmadığını düşünseniz de ellerimizi semaya açmayı, Yaradanınmıza sığınmayı ihmal etmemeli. 
Umutlarımız yarınlarımızda gerçek olsun....
M.Özdaş

Anılar

Tozlu Bir Rafta ve Anılarda Kalmak 

‘’ Eskiye rağbet olsa, bitpazarına nur yapardı. ‘’

Gün gelir eskir her şey, eskitilir. Bir köşede unutulur gider, tozlar içinde yeniden hatırlanacağı günü bekler. Eski bir arkadaşımın armağan ettiği bir kitabın ilk sayfasında birkaç satır yazılmıştı çoktan artık tükenmiş ve atılmış belki de geri dönüşüme bile uğramış tükenmez bir kalemle ve al yazısıyla. Geçenlerde kitaplığımı karıştırırken okudum yeniden. Şöyle yazmış o eski dost: ‘’ Tozlu bir rafta ve anılara kalmamak dileğiyle.’’ 14.05.1991 Kitabın adı: Tavı gelmişti demirin.( N.Hikmet)
Elimi uzatıp bu kitaba yeniden dokunduğumda da o eski dostu hatırlamanın zamanı gelmişti demek ki. Tozlar içinde de kalmış olsa da değerli olan hiçbir şey değerinden kaybetmez. Özellikle bir eski dost…

Eski bir kitap, eski dostlar, eski aşklar, eski notlar, eski şarkılar, eski giysiler… Giysi dedim de bir gün tıkıştırılmış oldukları köşeden elinize yeniden geçtiklerinde alır şöyle bir üzerinize tutar ve aynanın karşısına geçersiniz. Bu pek çoğumuzun başına gelmiştir. Eskiyen sadece giysiniz değil aynı zamanda vücudunuzdur. Eskiye ve gençliğe, tazeliğe özlem duyarak bakar durursunuz aynadaki hayalinize. Belki yine de kıyamayıp elinizdeki artık küçülmüş olan giysinizi yine aldığınız yere yerleştirirsiniz biraz da burukluk duyarak.

Günün birinde bir yerlerde gördüğünüz eski bir tanıdık size eski sevgilinizi, eski aşkınızı hatırlatıverir birden. Hani o aşkların gerçekten aşk olduğu zamanlarda buluverirsiniz yine kendinizi. O anki hislerinizi hiçbir sözcük açıklamaya yetmeyecektir. Gözleriniz dalıp gidecektir geçmişe sadece.

O günlerde dillere dolanmış olan eski bir şarkının nağmesini duyup mırıldanmaya başlayıverirsiniz. Düşünürsünüz, ne çok şey eskimiş, eskilerde bırakılmıştır.

Bir düşünelim şimdi. En değerli bulabileceğiniz eskiniz nedir? Eski lambalı radyonuz mu, eski pikaplarınız mı, eski halınız veya kiliminiz mi, eski hatıra defteriniz mi, eski bir eşarp veya gömleğiniz mi, eski ayakkabılarınız mı, eski avizeniz, eski gece lambanız, çocuğunuzun eski oyuncağı, minik patikleri, hâlâ toz sabun kokan zıbınları mı? Liste uzar gider. Ben düşündüm de, kendi adıma en değerli bulacağım eski ‘’ Eski bir dost’’ tur. Yılların eskitemediği ama yaşamınıza yıllar önce girmiş bir dost. Sıcacık sesini duymak sıcak bir ele dokunmak kadar değerli olan o ‘’ Eski dost’’…

Eski, güvenebileceğim, sesini bir süre duymasam özlediğim bir dostum olsun gönlüme nur yağsın.

Yıllara meydan okuyan, inadına sevgi ve dostlukların büyüdüğü, büyütüldüğü, antika değerinde dostlara sahip olabilmeniz dileğiyle…

Hoşça kalın, sevgiyle kalın dostlar.

Müşerref ÖZDAŞ

 

 

2 yorum:

  1. Lale içimizden birisi,ve onun gibilerin toplamı 100 de/ 10 eder.70 yıldır askeri darbelerin "bu gün herkes darbe karşıtı gözükse bile" arkasında kendisine sunulan anti demokrat sistemin eli sopalı muhafızlığının bittiğine, bir takım imtiyazların elinden gittiğine üzülüyordur.
    Artık herkesin bende bu vatanımda artık söz sahibiyim demesine üzülüyordur. kimseye senin anan,baban dindarmı diye sorulmamamasına rağmen, durup dururken, eh bende dindarım deme ihtiyacı duyuluyor. Neden bu tedirginlik?.. Yoksa baş örtülülere, didarlara tüm mukatesata yapmış olduğunu aşağılama ve hakaretler artık onu rahatsızmı ediyor..!!
    Hayır tam tesi. Artık LALE'de tam demokrat vesayetsiz özgür ve hür bir türkiye'de yaşamanın tadına varacaktır
    Müşerref ÖZDAŞ, size yorum yok...

    YanıtlaSil
  2. Ben teşekkür ederim ziyaretiniz için.

    YanıtlaSil