11 Aralık 2017 Pazartesi

Bir Yılın Son Günleri



Bir Yılın Son Günleri / Murathan Mungan
I.
Bir yıl daha bitiyor


İşte bu kadar duru,bu kadar yalın

Bu kadar el değmemiş
Sıradan bir gerçeği daha
kolları bağlı hayatımızın
Bu şiire nasıl dahil edilebilir bir yılın son günleri
Her sonda,her başlangıçta ve her defasında
Alır gibi başkasını karşımıza
Perdeler çekip,ışıklar söndürüp
oturup yatağın içinde bir başımıza
Sorgulamak kendimizi
Öğrenmek ikimizin anadilini,ikinci belleğimizi
Öğrenmek kendimizle hesaplaşmanın buzul ilişkilerini
Bu aynanın dehlizlerinde gezinirken görürüz
Karanlık günlerimizin kenar süslerini

Biterken yılın son günleri


Biliyoruz takvimler belirlemez değişimin mevsimlerini

Gençlik ikindilerini
Kargınmış bir çocuktuk büyüdüğümüzden beri.

II.
Bir yıl daha bitiyor


Düşlerim ,tasalarım,yarım kalmış onca şey

Her yıl biraz daha kısalıyor bir öncekinden
Bana mı öyle geliyor
Yoksa daha mı hızlı ilerliyor zaman
İnsan yaşlanırken?

III.


Kırdım mı incittim mi birilerini?

Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler.
Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda?
Yeniden düşünmeliyim
Dostluklarımı, ilişkilerimi
Dağınık yatağım,mutsuz yatağım
Çoğalttım mı eksiklerimi?
Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
Borçlarımı ödedim mi?
Doğru seçtim mi soruların fiillerini?
Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış,
giysilerim ütülü, odam düzenli mi?
Ödünç aldığım kitapları geri verdim mi?
Geri verdim mi aldıklarımı:
Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları
Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi?
Yokladım mı duygularımı
Hala sevebiliyor muyum insanları?
Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma
Ovmalı umutları
Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan
Hançer kıvamındaki o karamizah tadını
Şimdi oturup uzun bir hasretlik mektubu yazmalıyım Yavuz'a
Sonra köşe başından bir demet çiçek alıp öyle başlamalıyım 
akşama
Yeni bir yıla
Ama nedense herşeyin tadı dağılıyor ağzımda
Bir sap çiçek mi taşısam yoksa ağzımın kıyısında
Aydınlık rengi vursun diye gözlerimdeki buluta

IV.
Ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım


Mevsim sonu dostlarım, işporta malı ayrılıklar

Arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zulalar
Gece telefonları, ıssız konuşmalar
Mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler
Bırakılmış mektuplar
Ve yurdumun her karış toprağında tefrika edilen karanlık
Ey hayatıma girenler ve çıkanlar
Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey

O kadar çok anlattım ki


Kendime kaldım anlatmaktan...

Bunaldım kendisiyle boğuşmasını
Başkalarında çözmeye çalışan insanlardan
Usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan,
Ofset duyarlılıklardan
Kaç zamandır bir ermiş dinginliği havalandırıyor dizelerime
açılan pencereleri,
Durup bakıyorum akşam sularında zaman kavramlarına,
Zamanı düşünüyorum;koyuluyorum
Anlamını yitiriyor "şimdiki zaman"ın boş yüceliği,tarihin unutkan
sayfalarındaki mürekkep lekeleri
İşimin başına dönüyorum içimde ıssız bir gönül erinci

Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum


"içtenliğin" yada "dünya görüşünün" kirletmediği

Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum.
V.
Sabahları açık penceremin soluduğu kent


Nabzında yüzyılın dağınık sancısı

Dumanı üzerinde tüten yıkıntılar
Hangi anlamı kuşanabilir şimdi yeni bir yıl
Umutsuzluk sözlüğünden karşılıklar aranırken hayata
Hangi söküğünü dikebilir bu yaralı kuşak
Hangi yüreğe öğretilebilir unutmak!



Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları


Vitrin camlarına yansıyan yüzlerde

Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar
Hala bir umut var mıdır
Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde

28 Eylül 2014 Pazar

İyi haftalar

Asık yüzlü ve gözleri nemli bir sonbahar gecesinden merhabaİyi haftalar dilerim

İyi haftalar, sendromsuz bir pazartesi dilerim...

18 Eylül 2014 Perşembe

FARK ETMELI INSAN


FARK ETMELI INSAN

Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen...
Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını fark etmeli.
Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli.
Şu çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu fark etmeli.
Henüz bebekken 'Dünya benim!' dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu,ölürken de aynı avuçların 'her şeyi bırakıp gidiyorum işte!' dercesine apaçık kaldığını fark etmeli.  
 Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli.
Baskın yeteneğini fark etmeli sonra.
Azrailin her an sürpriz yapabileceğini,nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan  
Hayvanların yolda , kaldırımda , çöplükte ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini fark etmeli.  
Yaratılmışların en güzeli olduğunu fark etmeli ve ona göre yaşamalı.
Gülün hemen dibindeki dikeni dikenin hemen yanı başındaki gülü fark etmeli.
Evinde kedi,köpek beslediği halde çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli.
Eşine 'seni çok seviyorum!' demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü fark etmeli.
Dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini ama arka sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli.
Zenginliğin ve bereketin sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini fark etmeli.  
Annesinden doğarken tertemiz teslim aldığı gırtlağını ve aşırı beslenme yüzünden sarkan göbeğini fark
etmeli, fark etmeliyiz çok geç olmadan.....  
Ömür dediğin üç gündür,dün geldi geçti yarın meçhuldür...
O halde ömür dediğin bir gündür,o da bugündür....

Can Yücel


EN ÖNCE VE İLLA Kİ SAĞLIK OLSUN!....



EN ÖNCE VE İLLA Kİ SAĞLIK OLSUN!....



 Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama.

 Yarım saat erkene kurulsun saatin.

 Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin...
 Pencereni aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin.
 Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin.
 Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.
 Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart.
 Çek kızarmış ekmek kokusunu içine

 Bak güzelim kahvaltının keyfine...

 Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis.

 Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin.

 Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile.

 Sonra koş git işine, dünden, önceki günden, Hatta daha da eskiden 

 yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla, Ohhh şöyle bir hafifle...

 Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de.
 Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık.
 Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa...
 Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak.
 Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından 
 makas al...
 Sonra, şöyle bir düşün. Kimler sana yol açtı, sen çok dar da iken?...
 Kimler seni ferahlattı, hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler 
 kapını tıklattı?..
 Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?...
 Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara!...
 Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor!...
 Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller 
 açtıracak..
 Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun...
 Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun...
 Saklama tabakları, bardakları misafire. Sizden ala misafir mi var bu 
 dünyada?..
 Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç 
 değil.
 Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi, eksik 
 bıraktıklarını tamamlar gibi. Tadına var akşamının...
 Gece evinde, dostların olsun.
 Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun...
 Arkadaşım, hayat bu. Daha ne olsun?
 Ama en önce ve illa ki sağlık olsun! **
 Can Yücel

27 Ağustos 2013 Salı

Umutlar elini bırakır

Umutlar elini bırakır,
Gülümsemen solar
Fotoğraflar yetmez gözündeki ışığı
Gönlündeki acıyı anlatmaya...
Telefonlar kapalı, ses soluk yok
Ve bir gün duyarsın ki
O artık yok...
M.Özdaş

En son dört beş ay kadar önceydi. Neşeli, mutluydu sesi. Bir iyileşeyim, ağırlayacağım seni abla diyordu. İhtiyacı olan ilik ablasından alınacaktı. Geriye iki çocuğu annesiz bırakabileceğini düşünmüş müydü bilemem. Umutluydu, İstanbul'da çekilmiş, ağzinda koruyucu maskeli fotoğraflarıní hatırlıyorum o aklıma geldiğinde. 

Kandil gecesi, bayramda ve daha öncesi birkaç kez aramamda telefonu cevap vermemiş ve kapalı idi.Belki hastanede, belki telefon kullanmaması gerekiyor diye düşünmüştüm. 

Dün yine bir umutla, ondan haber alabileceğim birine sorduğumda '' O artık yok "' dediler. 

Benim de umutlarım, gülüşlerim soldu. 
Bir dua oldu dilimde. 
Nur içinde yatsın, Allah sevdiklerine, çocuklarına sabır ve kolaylık versin.

Sıralı olmuyor ölüm. 

Mü üzgün. __Msrf

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Uyu güzel çocuk

Uyu güzel çocuk, uyu.
gülerek uyan yeni güne
Güneş sarı saçlarında parlar
gözlerin geceye ışık saçar
Geleceği bilmez henüz dilin
senin için en uzun zaman " uyuyup uyanmak " kadar
Anne güvenine tutunup yürürsün bu güvensiz dünyada
Mavi rüyalarda elinde bir parça çikolata
yastığında dağınık saçların
kime gülümser o güzel yüzün?
Sen tertemizsin, öyle kalmak olsun bütün derdin
her ne kadar kalamayacaksan da
Beyaz elbisen gibi,
küçük dünyan
ve hayallerin, ellerin, dillerin
kalbin de kirlenecek
haydi şimdi uyu
En güzel anlarında...

(M.Özdaş)

17 Haziran 2012 Pazar

Saklanmış mektuplar

Saklanmış mektuplar

Saklanmış mektuplar
Yazar: Gülbahar Ünlü
Yayınevi: Mola Kitap
248 sayfa

Kitaplar yalnız anlarımızda yanımızda olandır, yolculuklarımızda arkadaştır… Yaptığım son uzun tren yolculuğuna çıkarken birkaç sayfasını okumaya başladığım kitabımı da almıştım yanıma. Yol boyunca kah okudum, kah başımı kaldırıp gecenin karanlığında uzaklara daldı gözlerim, düşündüm, o anlara gitmeye çalıştım. Adı: “Saklanmış Mektuplar”.idi.

Kitabın bir bölümünde yazarın bir başka yerde okuyup aktarmış olduğu bir şiirin şu kısmı benim son zamanlarda hissettiklerime çok uyuyordu. Fransız şair Sully Prudhomme ( sf.110 ) şöyle diyordu:

“ Seven elde çok defa, sevdiğini okşarken, Farkında olmayarak, kalbinde yara açar. Kalp sessizce kırılır, hiç mi hiç sezdirmeden Sevgisinin çiçeği kısa zamanda solar “…

Mektupların değerini belli bir dönemde yaşayanlar, yazanlar, okuyanlar, bekleyenler bilirler. Şimdi mektupların yerini emailler aldı. Bir zarfa dokunmak, kâğıdın ucunu yırtarak açmak, heyecanla içinde ne yazdığını görmeyi, okumayı beklemek nedir anlatmak zordur bunu yaşamayanlara. Askerde postacının yolu gözlenirdi. Bazen içinden bir tutam saç çıkardı, sevgilinin saçı veya yeni doğan ve henüz babasını görememiş bir bebeğin saçı… bazen de bir kağıda el izi çizilip gönderilirdi. Kapıyı çalan kişinin postacı olduğu anlaşılınca heyecanla açılırdı… Köylerde okuma yazma bilmeyenlerin gelen mektupları sayısı az olan okuma bilenlerden birine okutması önemli bir olaydı. Mektupların sonunda genellikle şu yazardı: “kestane kebap, acele cevap”

Erkek kardeşimin askerde olduğu dönemde nasıl da heyecanla mektup beklediğini bilirim. Sürekli mektuplaşırdık. Bana gelen zarfların üzerinde gönderici olarak bazen Cüneyt Arkın, bazen de Ferdi Tayfur yazardı espri katabilmek için. Hâlâ o “ görülmüştür” damgalı asker mektuplarını saklarım. Birinin arasında bana Muş’tan yolladığı keditırnağı çiçeği tohumlarının bir kısmı durur, bir kısmını da saksıya ekip renk renk açan çiçeklerini izlemişimdir.

Bir süre önce gördüğüm Kitap Tırında hangi kitaplar var, neler alabilirim diye dolanırken bu kitabı gördüm:”Saklanmış mektuplar”. Bir kitabı almadan önce arka kapakta ne yazdığını okumak alışkanlığımdır. Almaya ve okumaya değer olduğunu hissedip almıştım bu kitabı. Arka kapakta yazılanlar kitabın içinden alıntı bir kısımdı ve yazara ait düşüncelerdi:

“Uçak ile, tren ile gönderilen, taahhütlü, iadeli, normal mektuplardı, vize ve gümrük problemiyle karşılaşmadan ülkelerarası dolaşıp, insanların yaşadığını, neler yaptığını bildiren…
Hayatlarımızda sıradan bir olaydı mektup yazmak…
Mektuba yüreğinin içindekileri yazıp göndermek ise, sıra dışılıktı…
Küsmekti, barışmaktı, kavuşmaktı, gözyaşıydı; evlere, şehirlere, kışlarla,
hapishanelere izinsiz girip çıkan mektupların adı. Şifreli sözlerle kötü durumlarda olduğun, ünlem işaretleriyle kızgınlığın, üç nokta vurgusuyla küskünlüğün ve belirsizlik simgelenirdi. “ Mektubunu alınca çok sevindim.” Cümlesiyle de, barış çubukları yakılırdı. O mektuplardan bize, - Unutulmayı hatırlatan belgeler olarak- çekmecelerde kurdelelerle bağlı anılar kaldı.

Bir köpekbalığı gibi yalnız gezip, yalnız avlandığım tarçın kırmızısı gençliğimde yazdığım bu mektupları, gül sarısı olgunluğunu yaşadığım bir zamanda gülümseyerek okudum. O, hiç geri dönülemeyecek geçmişten kalan bu mektupları, sevdiğiniz bahar bulutları gibi size sunuyorum. Sevgili okuyucularım, siz de bu mektupları, ister bir anarşist sıra dışılığıyla, ister bir matadora kafa tutan boğa kızgınlığıyla, ister dünya ile hesabı kapatmış bir Budist dinginliğiyle, isterse aşk vurgunu yemiş bir aşığın ruhunda dolaşan bir hayalet gibi okuyabilirsiniz… “
diyor kitabın yazarı ve sakladığı mektupların sahibi.

Yazarın yaşadığı dönemlere ait sosyal ve siyasi gelişmeler, değişmeleri, hayatın akışını, yazarın ruhsal çalkantılarını içeren mektupları ilgiyle okumaya devam edeceksiniz bu kitapta. Zaman zaman ruhunun derinliklerine gizlenenlere, çalkantılara tanık olacaksınız. Bu yönü ile ben okurken yazarda anlatım ve iç dünyasının yansıması bakımından Tezer Özlü’ye benzer izler gördüm. Onun kadar derin psikolojik girdaplarda kaybolmasa da asi bir ruhun izlerini hemen hemen her satırda fark ettim.

Tavsiye edebileceğim ve sıkılmadan okuyabileceğiniz bir kitap bu. Belki okurken mektuplar size yazılmış gibi hissedeceksiniz. Sitemlerine, sevinçlerine, gelecek kaygısına, aile bağlarına daha doğrusu kuramadığı onu kıskıvrak engelleyen bağlarına, çıkmaya çalıştığı bağlara, isyanlarına tanık olacaksınız yazarın…

Keyifli okumalar dilerim.
Müşerref Özdaş

Yazarın biyografisi:
Gülbahar Ünlü, 1963 yılında, Burdur'un Yuvalak Köyü'nde dünyaya geldi. Çiftçi bir ailenin kız çocuğu olmak, onun sanatsal yeteneklerine hiç kapı açmadığı gibi, sürekli engellendi. Dayatılan engeller yüzünden, çocukluk aşkı tiyatroyu unutarak, yazarlıkta karar kıldı. 1992 yılından beri kitapları yayınlanmaktadır.
Yirmi yıl, Antalya'da, Londra'da, Bristol'da ve İstanbul'da dolaşarak, yaşamsal bilgi dopingi yaptı. Şimdi de, Tibet Budizmi'yle, karmaşık insan ilişkilerinin beyninde yarattığı olumsuzlukları temizleyerek, sessiz, sakin bir yaşam seçmiştir. 2005 yılından beri Tefenni İlçesi'nde yaşamakta, ve kitap üretimini burada sürdürmektedir.
Onu güldüren tek dostu, 10 Mart 2009 yılında, güneş doğarken tanıştığı, ve her sabah birlikte yürüyüş yaptığı, - Kangal cinsi- 'Asi' ismini koyduğu dişi bir sokak köpeğidir. Asi'nin yazarın dostluğunu hak etme nedeni de, onu olumsuz şaşırtacak hiçbir davranışta bulunmamış olmasıdır.