25 Temmuz 2012 Çarşamba

Uyu güzel çocuk

Uyu güzel çocuk, uyu.
gülerek uyan yeni güne
Güneş sarı saçlarında parlar
gözlerin geceye ışık saçar
Geleceği bilmez henüz dilin
senin için en uzun zaman " uyuyup uyanmak " kadar
Anne güvenine tutunup yürürsün bu güvensiz dünyada
Mavi rüyalarda elinde bir parça çikolata
yastığında dağınık saçların
kime gülümser o güzel yüzün?
Sen tertemizsin, öyle kalmak olsun bütün derdin
her ne kadar kalamayacaksan da
Beyaz elbisen gibi,
küçük dünyan
ve hayallerin, ellerin, dillerin
kalbin de kirlenecek
haydi şimdi uyu
En güzel anlarında...

(M.Özdaş)

17 Haziran 2012 Pazar

Saklanmış mektuplar

Saklanmış mektuplar

Saklanmış mektuplar
Yazar: Gülbahar Ünlü
Yayınevi: Mola Kitap
248 sayfa

Kitaplar yalnız anlarımızda yanımızda olandır, yolculuklarımızda arkadaştır… Yaptığım son uzun tren yolculuğuna çıkarken birkaç sayfasını okumaya başladığım kitabımı da almıştım yanıma. Yol boyunca kah okudum, kah başımı kaldırıp gecenin karanlığında uzaklara daldı gözlerim, düşündüm, o anlara gitmeye çalıştım. Adı: “Saklanmış Mektuplar”.idi.

Kitabın bir bölümünde yazarın bir başka yerde okuyup aktarmış olduğu bir şiirin şu kısmı benim son zamanlarda hissettiklerime çok uyuyordu. Fransız şair Sully Prudhomme ( sf.110 ) şöyle diyordu:

“ Seven elde çok defa, sevdiğini okşarken, Farkında olmayarak, kalbinde yara açar. Kalp sessizce kırılır, hiç mi hiç sezdirmeden Sevgisinin çiçeği kısa zamanda solar “…

Mektupların değerini belli bir dönemde yaşayanlar, yazanlar, okuyanlar, bekleyenler bilirler. Şimdi mektupların yerini emailler aldı. Bir zarfa dokunmak, kâğıdın ucunu yırtarak açmak, heyecanla içinde ne yazdığını görmeyi, okumayı beklemek nedir anlatmak zordur bunu yaşamayanlara. Askerde postacının yolu gözlenirdi. Bazen içinden bir tutam saç çıkardı, sevgilinin saçı veya yeni doğan ve henüz babasını görememiş bir bebeğin saçı… bazen de bir kağıda el izi çizilip gönderilirdi. Kapıyı çalan kişinin postacı olduğu anlaşılınca heyecanla açılırdı… Köylerde okuma yazma bilmeyenlerin gelen mektupları sayısı az olan okuma bilenlerden birine okutması önemli bir olaydı. Mektupların sonunda genellikle şu yazardı: “kestane kebap, acele cevap”

Erkek kardeşimin askerde olduğu dönemde nasıl da heyecanla mektup beklediğini bilirim. Sürekli mektuplaşırdık. Bana gelen zarfların üzerinde gönderici olarak bazen Cüneyt Arkın, bazen de Ferdi Tayfur yazardı espri katabilmek için. Hâlâ o “ görülmüştür” damgalı asker mektuplarını saklarım. Birinin arasında bana Muş’tan yolladığı keditırnağı çiçeği tohumlarının bir kısmı durur, bir kısmını da saksıya ekip renk renk açan çiçeklerini izlemişimdir.

Bir süre önce gördüğüm Kitap Tırında hangi kitaplar var, neler alabilirim diye dolanırken bu kitabı gördüm:”Saklanmış mektuplar”. Bir kitabı almadan önce arka kapakta ne yazdığını okumak alışkanlığımdır. Almaya ve okumaya değer olduğunu hissedip almıştım bu kitabı. Arka kapakta yazılanlar kitabın içinden alıntı bir kısımdı ve yazara ait düşüncelerdi:

“Uçak ile, tren ile gönderilen, taahhütlü, iadeli, normal mektuplardı, vize ve gümrük problemiyle karşılaşmadan ülkelerarası dolaşıp, insanların yaşadığını, neler yaptığını bildiren…
Hayatlarımızda sıradan bir olaydı mektup yazmak…
Mektuba yüreğinin içindekileri yazıp göndermek ise, sıra dışılıktı…
Küsmekti, barışmaktı, kavuşmaktı, gözyaşıydı; evlere, şehirlere, kışlarla,
hapishanelere izinsiz girip çıkan mektupların adı. Şifreli sözlerle kötü durumlarda olduğun, ünlem işaretleriyle kızgınlığın, üç nokta vurgusuyla küskünlüğün ve belirsizlik simgelenirdi. “ Mektubunu alınca çok sevindim.” Cümlesiyle de, barış çubukları yakılırdı. O mektuplardan bize, - Unutulmayı hatırlatan belgeler olarak- çekmecelerde kurdelelerle bağlı anılar kaldı.

Bir köpekbalığı gibi yalnız gezip, yalnız avlandığım tarçın kırmızısı gençliğimde yazdığım bu mektupları, gül sarısı olgunluğunu yaşadığım bir zamanda gülümseyerek okudum. O, hiç geri dönülemeyecek geçmişten kalan bu mektupları, sevdiğiniz bahar bulutları gibi size sunuyorum. Sevgili okuyucularım, siz de bu mektupları, ister bir anarşist sıra dışılığıyla, ister bir matadora kafa tutan boğa kızgınlığıyla, ister dünya ile hesabı kapatmış bir Budist dinginliğiyle, isterse aşk vurgunu yemiş bir aşığın ruhunda dolaşan bir hayalet gibi okuyabilirsiniz… “
diyor kitabın yazarı ve sakladığı mektupların sahibi.

Yazarın yaşadığı dönemlere ait sosyal ve siyasi gelişmeler, değişmeleri, hayatın akışını, yazarın ruhsal çalkantılarını içeren mektupları ilgiyle okumaya devam edeceksiniz bu kitapta. Zaman zaman ruhunun derinliklerine gizlenenlere, çalkantılara tanık olacaksınız. Bu yönü ile ben okurken yazarda anlatım ve iç dünyasının yansıması bakımından Tezer Özlü’ye benzer izler gördüm. Onun kadar derin psikolojik girdaplarda kaybolmasa da asi bir ruhun izlerini hemen hemen her satırda fark ettim.

Tavsiye edebileceğim ve sıkılmadan okuyabileceğiniz bir kitap bu. Belki okurken mektuplar size yazılmış gibi hissedeceksiniz. Sitemlerine, sevinçlerine, gelecek kaygısına, aile bağlarına daha doğrusu kuramadığı onu kıskıvrak engelleyen bağlarına, çıkmaya çalıştığı bağlara, isyanlarına tanık olacaksınız yazarın…

Keyifli okumalar dilerim.
Müşerref Özdaş

Yazarın biyografisi:
Gülbahar Ünlü, 1963 yılında, Burdur'un Yuvalak Köyü'nde dünyaya geldi. Çiftçi bir ailenin kız çocuğu olmak, onun sanatsal yeteneklerine hiç kapı açmadığı gibi, sürekli engellendi. Dayatılan engeller yüzünden, çocukluk aşkı tiyatroyu unutarak, yazarlıkta karar kıldı. 1992 yılından beri kitapları yayınlanmaktadır.
Yirmi yıl, Antalya'da, Londra'da, Bristol'da ve İstanbul'da dolaşarak, yaşamsal bilgi dopingi yaptı. Şimdi de, Tibet Budizmi'yle, karmaşık insan ilişkilerinin beyninde yarattığı olumsuzlukları temizleyerek, sessiz, sakin bir yaşam seçmiştir. 2005 yılından beri Tefenni İlçesi'nde yaşamakta, ve kitap üretimini burada sürdürmektedir.
Onu güldüren tek dostu, 10 Mart 2009 yılında, güneş doğarken tanıştığı, ve her sabah birlikte yürüyüş yaptığı, - Kangal cinsi- 'Asi' ismini koyduğu dişi bir sokak köpeğidir. Asi'nin yazarın dostluğunu hak etme nedeni de, onu olumsuz şaşırtacak hiçbir davranışta bulunmamış olmasıdır.

28 Nisan 2012 Cumartesi

Kim daha üstün?

Elektromanyetik tayfın ancak % 1'ini görebildiğimizi ( görünen ışık) biliyor muydunuz? Hâlâ doğadan daha üstün olduğumuzu söyleyebilir miyiz; bir böcekten, bir arıdan, yılandan ya da baykuştan? Evreni sadece kısıtlı duyularımızla tanımlıyoruz..


Elektromanyetik tayfın ancak % 1'ini görebildiğimizi ( görünen ışık) biliyor muydunuz?

Hâlâ doğadan daha üstün olduğumuzu söyleyebilir miyiz?

Bir böcekten, bir arıdan, yılandan ya da baykuştan?

Evreni sadece kısıtlı duyularımızla tanımlıyoruz...

**********************************************************************************************************

Hepimiz bir şekilde çevremizdeki sıcaklığı hissedebiliriz. Derimiz bir tür kızılötesi almaç görevi yapar.

Ancak deri hiç de duyarlı bir almaç olmamasının yanı sıra, görüntü de oluşturamaz.

* Kızılötesi ışınımı algılama konusunda çok yetenekli bir hayvan var; Yılan.
Bazı hayvanlar bizim göremediğimiz morötesi dalga boyundaki ışımayı görebiliyor.

Bunlar arasında kuşlar, balıklar, sürüngenler ve az sayıda memeli var.



Morötesi ışık aslında gözler için zararlı. Bu nedenle çoğu memelinin göz mercekleri bu ışığı süzerek ağ tabakasına iletmiyor.

Ancak, bazı küçük kemirgenler bu dalga boyunu algılayabiliyor ve bunu kendi toplulukları içinde iletişimde kullanıyorlar.

Kuşlar ve bazı böcekler morötesini görebildikleri için bunu kendi aralarında görsel iletişimde kullanırlar.

Kuşların dişi ve erkekleri arasında genelde belirgin renk farkları olur.

Ancak, bazı türlerde bunu biz ayırt edemeyiz. Birbirlerinin aynısı gibi görünürler.

Bazı kuşlarda, yalnız morötesi dalga boyunda görülen farklar bulunur.

Aslında, kuşların birbirlerini bizim onları gördüğümüzden farklı gördüğünü söyleyebiliriz.

************************************************************************************************************

Köpekbalıklarının altıncı hisleri olduğu söylenir. Bu aslında bir bakıma doğru.

Köpekbalıkları elektrik alanları algılayabiliyorlar.

Bu da yakınlarındaki başka hayvanları bu yolla hissedebilecekleri anlamına geliyor.

Bazı köpek balıkları, kumun altında saklanmış olan balıkları bu duyuları sayesinde bulabiliyorlar.

Balıkları, kaslarını hareket ettirmede kullandıkları zayıf elektrik sinyalleri ele veriyor.

Köpekbalıkları, bunu yaparken, elektroalmaç (elektroreseptör) denen özel hücrelerden oluşan bir ağı kullanıyorlar.

**********************************************************************************************************

* Bal arıları dakikada 11400 kez kanat çırpar bu da vızıltı sesinin nedenidir.

* Kolibri( sinek kuşları )saniyede 50-80 defa kanat çırpar, bir dakika içinde 40 çiçeği ziyaret edebilirler.

*Saatte 100 km hızla uçarlar.

* Çok enerjik olduklarından her gün ağırlıklarının iki üç katı besin yemek zorundadırlar.

*En hızlı kuş Boğazlı Kırlangıç'tır. Hızı birkaç saniyede saatte 130 km'ye çıkabilir.

Söyleyin şimdi:

Evrende bir nokta kadar bile değilken bu büyüklenme niye?

(Müşerref Özdaş)

18 Nisan 2012 Çarşamba

Fırtınalar

Bugün insanlar tedirgin. Birçok şehri fırtına vurdu.THY birçok seferini iptal etti.Konya'da kum fırtınası çıkmış.Yaklaşık 200 aracın ise kaza yaptığı iddiası var. Afyon'da hızı 100 km'ye varan rüzgar çatıları uçurmuş.İstanbul'un Anadolu yakasında şiddetli rüzgar ve hortum oluşmuş.İnsanlar paniklemiş. Mesut Yar twitter'de diyor ki: .Hiç bu kadar siren sesi duymamıştım son günlerde. Köprüde yol arıyor ambulanslar. Bir şerit açın yahu! 


Hava ve deniz seferleri iptal...GSM hatlarında sorun TV yayınlarında kesilme...Boğaziçi trafiğe kapatılmış...Avrupa - Anadolu geçişinde ise polis ekipleri kontrollü geçiş sağlandığı, köprüde, rüzgarın şiddetine göre geçişlere izin verildiği,sürücülere köprüden geçerken direksiyonu sıkı tutmaları uyarısı yapılmakta...


Geçen hafta Elazığ'daki hortum faciasında da 6 kişi hayatını kaybetmişti.

Birkaç saat içinde ne çok şey oldu.


Jeofizik Mühendisliği Bölümü'nden Prof. Dr. Ahmet Ercan'a göre bu yalpalanmanın nedeni Dünyanın manyetik alan hızının değişmesiyle yerin çekirdeğinin yalpalanma hızı da artması. Ve devam ediyor:  '' Bu hızının değişmiş olması doğal olayların artışıyla sonuçlanacak. Deprem, tsunami, volkan, hortum, sel, buz erimeleri, taşkınlar, yer kaymaları sayısında olağanüstü artışlar olacak. Örneğin Türkiye’de hiç hortum olmazdı, geçen hafta beş kişi öldü. Selleri sürekli izliyoruz, doğal orman yangınları, kutuplardaki buzul erimelerindeki hızlanma, Kuzey Işıklarının konumundaki değişim hepsi bunun sonucu.'' diyor A.Ercan.


Bu fırtınalar elbette bitecek. Peki, geriye ne  kalacak? Çöl tozlarının sebep olabileceği astım nöbetleri, kazalar sonucu kalıcı sakatlanmalar ya da artık hiçbir zaman böyle bir fırtınaya şahit olamayacak, hiçbir zaman sevdiği bir müziği dinleyemeyecek,sevdiği çiçeği koklayamayacak, sevdiklerini kucaklayamayacak olan ve bu dünyadan, aramızdan bir fırtına nedeniyle sonsuza dek ayrılanlar... ve daha pek çok şey.


Peki ya hayatımızdaki yalpalanmalar? Ya hayatımızdaki ani çıkan fırtınalar? Meteoroloji önceden tahmin edip atmosferik olası  değişimleri ve yaşanabilecek yansımaları konusunda uyarabiliyor ama ya hayatımızdaki fırtınalar?... Öyle bir an gelir ki küçük gerilimler birikerek bir anda enerjisi serbest kalır ve büyük bir patlama, duygusal bir fırtına, geçmişi, tüm sevgileri, aşkları, minneti alıp götüren hortumları yaşarken,  yanı başımızda yaşanırken bulabiliriz kendimizi. Belki küçük belirtileri de olmuştur ancak çok kez gözardı edildiğinden gün gelir ani bir patlama ile darmadağın olur yaşamlarımız. Geriye kalan enkazımızın toplanması da bir o kadar zordur. Elde edilen parçalar birleştirildiğinde öyle çok eksik olduğunu göreceğizdir ki, hiç bir şey bir daha eskisi gibi olamayacaktır ne yazık ki. 


Perşembenin gelişi çarşambadan belli aslında...Yaşama, tam şu ana, sevdiklerinize sıkı sıkı tutunun. Tam bu mevsimde açan erguvanların, leylakların  iç ferahlatıcı renklerini izleyin, koklayın. Yaşamınızdaki güzelliklerin farkına varın ve vardırın. Sıcak çaylarınızla birlikte sevgilerinizi yudumlayın...


M.Özdaş

1 Nisan 2012 Pazar

Sarı saçlı çocuk



Ey çocuk, 
sarı saçlı çocuk
saçının dalgaları ruhumun dalgalarına benzer,
sen benim sahip olamadığım çocuğum mu,
elden kaçırdığım çocukluğum musun?
en olmadık zamanlarda çıkıyorsun karşıma
kimsin sen?
gözlerindeki pırıltı bana cevap mı?
kahkahaların bana ilaç mı?
Sarı saçlı kız, gel tut elimi yine
dön etrafımda
minik düzgün dişlerini
zengin düşlerini göster bana...
oyna benimle yine
sonra unut git...
o anda kalsın her şey
sil hafızandan,
ama çık karşıma yeniden
daha saymayı beceremeyen dilinle bir şeyler söyle,
ve minik parmaklarınla dokun bana.


M.Özdaş 

Unutacaksın bir gün




Unutacaksın bir gün
Sesimi, bakışımı, duruşumu..
Sana sevgimi sunuşumu...

Kaç mevsim geçti üzerimizden,
kaç gelincik açtı, kaç kardelen güneşi gördü
Kaç lale koparıldı nazikçe
Ve uzatıldı bir sevilene?
Hüzün çöker akşamları,
yoksun her zamanki koltuğunda
hüznüm kirpik dibimde,
sancım sol yanımda...
Özlediğim canımda...
Her şeyim tam da,
Bir ellerin yok, sıcak kucağın yok
Bir tek gülüşün yok dünyamda.
Kurabiye kokularını özledim
Benim için pişirdiğin...
Telefonda, ‘’ çok gecikme ‘’ demeni,
Beni pencerede beklemeni...
Şimdi her şeyim tam da
bir tek kokun, gülüşün yok dünyamda...

M.Özdaş
01.04.2012

Tarifi zor duygular




Bulutlu bir Nisan günü öğleden sonrası ılık bahar havasını içime çekmek için dışarıda yürüyorum. Omuzunda minik bir kız çocuğu ile bir adam geçiyor yanımdan. Günün en güzel diyaloguna tanık oluyorum. Minik kızın aklına bir şey gelmiş olmalı ki dünyanın en tatlı, yumuşak , tarifsiz sesi ile sesleniyor:
- Babaaaa...
Cevap veriyor babası en müşfik, sevgi dolu, ancak bir babaya yakışır tonlamayla:
-Kızıımmmmm...


İşte bugün tanık olduğum bu diyalog bana tarifsiz duygular yaşattı...


M.Özdaş
01.04.2012

31 Mart 2012 Cumartesi

POZİTİF ENERJİNİN ÖNEMİ


İyi düşünüp iyi şeylerle karşılaşmak. Olumsuzluğu kaldırıp atmak. Negatif düşünceye sahip, endişeli insanları hayatımızdan çıkarmak. Hayata pozitif bakmak, olaylara olumlu yaklaşmak,zor şartlar altındayken dahi gülümsemek. Bunların ne kadar önemli olduğunun artık hepimiz farkındayız. Ama sadece bilmek yetmiyor; uygulamaya gelince nedense başaranlarımızın sayısı o kadar azalıyor ki. Oysaki ben bu öğretiyi yani olumlu düşünmeyi, kendimizi sevmeyi ve enerjimizi hep pozitife yönlendirmeyi yaşam içinde bir ders olarak çalışmamız gerektiğini düşünüyorum. Hem de hayat boyu. Sık sık tekrar yaparsak; daha çok aklımıza getirip, daha fazla yaşantımıza sokarsak gün gelip o az sayıdaki insanlar sınıfına katılacağımızdan hiç kuşkumuz olmasın.

Yapılan araştırmalar gösteriyor ki; biz enerjimizi ne kadar pozitif tutarsak, düşüncelerimizde o ölçüde hep kendi adımıza iyilikleri çağıracak.

İyi düşünüp iyi şeylerle karşılaşmak. Olumsuzluğu kaldırıp atmak. Negatif düşünceye sahip, endişeli insanları hayatımızdan çıkarmak. Onları boş yere yanımızda taşımamak, bize de negatif enerji yansıtmalarına izin vermemek.

Hastaysak eğer, “iyileşeceğim” diye geçirmek içimizden; “her geçen gün çok daha iyi olacağım” diye düşünmek. “Neden hastalandım, acaba sonunda daha kötü şeylerde mi beni bekliyor?” tarzındaki olumsuz düşüncelerden, endişelerden bir an önce kurtulmak.
Sabah uyandığımızda, gözlerimizi açtığımızda sağlıklıysak buna şükretmesini bilmek; neşeyle kalkmak yatağımızdan, aynada kendimize gülümsemek. İçimizden “bugün harika bir gün olacak” diye geçirmek, öyle niyet etmek. Size nasılsınız diyenlere “iyiyim” yerine “mükemmelim” diyebilmek ne kadar güzeldir, öyle değil mi?



Öncelikle yapmamız gereken kendimizi pozitif enerjinin gücüyle buluşturmak, kendi duygu ve düşüncelerimizi, hayat enerjimizi bu güçle olabildiğince doldurmak olmalı. Bunu başarmanın, daha çok hayat enerjisi üretmenin en kolay yolu ise daha çok sevmekten geçiyor. Sınırsız, karşılıksız, alabildiğine sevmek. Ünlü tiyatrocu Ali Poyrazoğlu’nun bir köşe yazısında yaptığı sevgi tanımını çok beğendim ben. Diyor ki; “Sevgi oktanı en yüksek, fiyatı en ucuz enerji kaynağıdır. Bagajınıza daha çok sevgi yükleyin.” O halde hiç durmadan yüklemeye başlayalım, ne dersiniz? 

Sevginin itici gücüyle çevremize, yakınlarımıza, sevdiklerimize daha faydalı, daha verimli olabilir, aynı enerjiyi onlara da yansıtabiliriz böylece.

Tam tersine kendisini doyurmadan sürekli vermek, adeta kendisi için değil de etrafındaki kişiler için yaşamak, kendinden çok onları düşünmek; kendisiyle ilgili şeyleri hep ikinci üçüncü planlara atmak sağlıklı bir davranış şekli değil. Üstelik fedakarlıkla, cömertlikle karıştırmamalı. Bu şekli hayat tarzı olarak benimseyen bir kişi; bilinçli ya da bilinçsiz kendi içindeki bir takım eksiklikleri başkalarının ihtiyacını karşılayarak gidermeye çalışır. İçindeki yetersizlik duygusunu bu vericilikle kapatmak ister adeta. Ama bir süre sonra, verici olduğu için hep el üstünde tutan kişiler tarafından istenmez hale gelir. Çünkü etrafındaki kişilerin ona olan saygısı kaybolmuştur. Çünkü bir insana saygı duyabilmek için, o kişinin kendisine değer verdiğini, kendisini sevdiğini görmeniz, hissetmeniz gerekir. Çünkü bir insanın ilgi alanı, hayalleri, arzuları ölçüsünde değeri katlanarak artar, saygıyı her daim muhafaza eder.
Oysaki sürekli veren kişiler bu özelliklerden yoksundur. Bunu düzeltmenin en iyi yolu ise düşünceleri doğru şeylere kanalize etmek; şikayet edilen şeylerden olabildiğince uzak durmaktır. Çünkü düşünceler o olumsuzluklarla ne kadar meşgul olursa içinde bulunulan ortamdan kurtulmak o denli zorlaşır. Daha anlamlı bir hayatı yakalamak, güzellikleri, mutlulukları ıskalamamak için önce kendi iç gücümüzü keşfetmeye çalışalım, kendi ruhumuzu beslemeyi deneyelim.
Uzmanların söylediğine göre; kabuğumuzdan çıkıp varlığımızla barışabildiğimiz anda pasif rolden çıkıp hayatın içinde aktif olarak rol almaya başladığımızı şaşırarak göreceğiz. Enerjimiz pozitif olarak değişecek ve bazı şeylerin düzelmesi için ilk olumlu adımlar atılmış olacak. 

Sorunlarla problemlerle yüzleşmek artık çok daha kolay olacak. Çünkü varlığımızı her şeyiyle kabul edip bunu kendi içimizde benimsemeyi başardık.



Böylesi bir tutum içinde olmak, karşımızdaki kişilerin bizim hakkımızdaki düşüncelerini de değiştirir. Yani bizim pozitif enerjimiz, olumlu düşüncelerimiz, kendimizi sevmemiz hem birey olarak bize yarar sağlar, hem de çevremizdekilerin bize olumlu yaklaşmalarını destekler. Her iki yönden de mutluluk verici bir gelişmedir bu.

Şimdi sıra etrafımızda, sevdiklerimizde. Kendi pozitif enerjimizi onlarla paylaşma anında. Unutmayalım ki bir insan eğer kendini sevmezse kendine önem vermezse bunların hiçbirini başaramaz; başkalarını sevemez, onları yeterince önemseyemez. Önce kendimizi sevmeli, eğitmeli, iç dünyamızı keşfedip tüm yaratıcı yönlerimizi ortaya çıkarmalıyız. Kendimiz dört dörtlük hale getirince etrafımızdakilere daha faydalı olacağımız bir gerçek.

Kabul ediyorum, kolay değildir bunu başarmak, ama hayat rüzgarına kendimizi tamamen bırakmak; bizi nereye savurursa hiç mücadele etmeden o yöne gitmek de hayat felsefemiz olmamalıdır, ne dersiniz haksız mıyım?

Pozitif enerjinin gücünü önemseyen; önce kendisi sonrada etrafındakileri bu enerji ile buluşturan herkese selam olsun. Bende denemek istiyorum diyenler ise, bir an için gözlerini kapatıp hayatlarında var olan tüm güzel şeyler adına şükredip tebessüm etsinler. İçlerindeki o güzel sevginin, o sevgiyle güçlenecek enerjinin fakına varsınlar yeter. Gerisi kendiliğinden gelecektir nasılsa.

Kurak bir toprak çiçek açabilir mi? Evet açar, eğer istenirse, gerçekten yürekten istenirse, sevgiyle beslenirse açar. Sevgi hem kendimiz hem de sevdiklerimiz için en güzel hayat ilacıdır. Bu nedenle ben tüm yazılarımı her zaman aynı dilekle bitiriyorum ve sevgiyle kalın diyorum.